ÇOCUKLAR bazen sabrımızı öylesine zorlar ki, bütün iyi niyetli yaklaşımlarımız bir işe yaramaz, sonunda kontrolü kaybeder, çileden çıkar, öfkelenmeye ve bağırmaya başlarız.
Öfkelenmemiz gerçekte çocuklardan mı yoksa bizden mi kaynaklanıyor? Öfkelenmeden, bağırıp çağırmadan çocuklarımıza sözümüzü dinletemez miyiz?
Yüksek tahsil yapmış, kariyer sahibi anne babalar bile çocuklarına söz dinletemedikleri zaman öfkelerine hakim olamadıklarını itiraf ediyorlar. Öfkemize hâkim olabilmek için neden öfkelendiğimizi, bir başka ifade ile, öfkenin kaynağını bulmamız gerekir.
insanlar bir sanat öğrenebilmek için genç yaşta bir ustadan yıllarca ders almaları gerekiyor. İyi bir meslek sahibi olabilmek için iyi bir üniversite bitirmek, yüksek lisans ve ihtisas yapmak, yani yıllarca tahsil yapmak gerekiyor. En basitinden, araba sürebilmek ve ehliyet alabilmek için, bir sürücü kursuna devam etmek, usta bir şoförden günlerce ders almak, yazılı ve uygulamalı sınavlardan geçerli not almak gerekiyor.
Annelik babalık eğitimi almadan anne baba oluyoruz
ANNELİK BABALIK, günün tamamını alan, yıllarca süren zorlu bir meslektir. Böyle olmasına rağmen çoğumuz çocuk sahibi olmadan önce bir ana baba okuluna devam etmiş, çocuk eğitimi konusunda ders almış, anne baba olmaya hak kazanmış değiliz. Araba sürebilmek için bile günlerce eğitim aldığımız halde, hiçbir eğitim almadan çocuk sahibi oluyoruz. Anne babalarımızdan ve akrabalarımızdan gördüğümüz gibi çocuk yetiştireceğimizi zannediyoruz. Böyle olmadığını fark ettiğimizde, çocuklarımız belli bir yaşa gelmiş oluyor; geri dönüş yapamıyoruz.
Anne baba okulunda ders verirken bir anne söz aldı. "Geri dönüş yapamadığımıza göre her şey bitti mi? O zaman burada bulunmamın ne anlamı kalır?" dedi. "Geri dönüş yapamayız" derken şunu kast ediyorum: Çocuklarımız belli bir yaşa geldikten sonra onları küçük yaşlara geri döndürüp yeni baştan eğitemiyoruz. Ancak bu her şeyin bittiği anlamına gelmez.
Aldığımız yeni eğitim ve okuduğumuz yeni kitaplar sayesinde yaptığımız yanlışlıkların farkına vardığımız zaman, tutum değiştirerek yeni hatalar yapmaktan kurtulur, yaptığımız eski hataları tamir edebiliriz.
Konumuza geri dönecek olursak. Öfkemizi kontrol edebilmek için öfkenin sebebini bilmemiz gerekir. Çocuklar bizim küçüğümüz değildir. Yani onlar olaylar karşısında bizim gibi düşünmezler. Üç-dört yaşındaki bir çocuk yaptığı bir davranışın sebep ve sonuçlarını düşünecek zihin olgunluğuna sahip değildir. Onu yemek yemeye, uyumaya, çişini yapmaya, uslu durmaya mecbur edemezsiniz. O bunları canı isterse yapar.
Neden öfkeleniriz?
YAPMA dediğimiz şeyi inadına yaptığı zaman, sözümüzü dinlemediğini, itaatsizlik ve saygısızlık yaptığını zanneder; öfkeleniriz. Öfkelendiğimiz zaman da zor kullanır, istediğimizi yaptırarak otoritenin kimde olduğunu öğretmeye çalışırız. Aslında çocuğu tanımadığımız için davranışlarını doğru yorumlayamaz, öfkeleniriz. Çocuk sözümüzü dinlemediğinde, yapmasını istemediğimiz bir davranışı gözümüzün içine bakarak yaptığında niyeti bizi kızdırmak ve çileden çıkarmak değildir. Bizi kızdıran çocuk davranışlarının belli ilkeleri vardır:
Çocuk bir davranışta bulunurken haz ilkesine göre hareket eder. Kendisine haz veren, hoşlandığı davranışları tercih eder.
Çocuk için "deneme-yanılma", oyundan sonra, en etkili Öğrenme aracıdır. Emekleyerek sıcak sobaya veya sıcak ütüye doğru giden bir çocuğa on kere "cıs!" demeniz bir anlam ifade etmez.
Ancak sobaya veya ütüye elini değdirip canı yandığında "cıs"ın ne olduğunu anlar.
Deneyerek bu davranışının doğru olmadığını öğrenmiş olur. Canı yanan ve ağlayan çocuğa kızıp bağırdığınızda, niçin kızdığınızı anlayamaz. Çünkü canı yanan ve ağlayan odur.
insanlar nedense anne baba olunca doğal davranmayı bırakıp değişiyorlar. Değişmeyi anne baba olmanın gereği zannediyorlar.
Senaryo 1:
Ergenlik çağındaki kızınızın üniversite sınavlarına hazırlandığını varsayalım. Akşam saat dokuzda dershaneden çıkıyor. En geç dokuz buçukta evde olması gerekir. Saat dokuz buçuk olduğu halde kızınızdan bir haber yok. Telaşlanmaya başlıyorsunuz. Cep telefonunu evde unuttuğu için arayamıyorsunuz. Saat on oluyor , endişeniz korkuya dönüşüyor; "Ya başına kötü bir şey geldiyse?.."
Saat onu beş geçe kızınız anahtarıyla kapıyı açıp eve giriyor. "Merhaba, geç kaldığım için özür dilerim" diyor. Tepkiniz ne olurdu? Ona sevgi ile sarılır: "Geç kaldığın için çok endişelendim. Başına bir şey gelmediği ve iyi olduğun için çok sevindim" mi derdiniz. Yoksa, kızgın bir ses tonuyla: "Saatin kaç olduğundan haberin var mı küçük hanım! Gecenin bu saatinde, kız başına, nerelerdeydin?!" diye genç kızı soru yağmuruna mı tutardınız?
Sanırım, çoğumuz sinirlerimize hâkim olamaz ikinci yolu seçeriz.
Senaryo 2:
Dört yaşındaki küçük kızınızla alışveriş yapmak için markete gittiğinizi varsayalım. Elbise bölümünde yeni gelen elbiselere bakıyorsunuz. Bir elbise hoşunuza gidiyor. Kızınızın elini bırakıyorsunuz. Elbiseyi denemek için deneme kabinine giriyorsunuz.
Çıktığınızda çocuğunuzu kabinin önünde göremiyorsunuz. Etrafa bakıyorsunuz, telaşla sağa sola koşuşturuyorsunuz; marketin içinde bakmadığınız yer, sormadığınız kimse kalmıyor, ama onu bulamıyorsunuz. Bu durumda neler hissedersiniz? Korku ve panik. "Dışarı mı çıktı?
Yolunu şaşırıp kayıp mı oldu? Kaçırıldı mı? Trafik kazası mı geçirdi?.."
Siz böyle korku ve panik içinde, belki de ağlıyorken, marketin dış kapısından bir bayan çocuğunuzun elinden tutmuş girerken görüyorsunuz. Ne hissedersiniz? Sevinç ve şükür; değil mi? Kızınıza doğru koşar, bulup getiren bayana teşekkür edersiniz. Sonra? Sonrası için iki ihtimal var. Ya doğal davranıp kızınıza sarılır, onu öper, "kayboldun diye çok korktum, habersiz yanımdan ayrıldığın için çok üzüldüm, kayboldun diye çok korktum, seni görünce çok sevindim, lütfen bir daha izin almadan yanımdan ayrılma" dersiniz. Ya da çocuğunuzu getiren bayan gider gitmez kızgın bir ses tonuyla çocuğunuza bağırmaya başlarsınız. Belki bir yandan kulağını çekerken bir yandan da hem tembihler hem tehdit edersiniz: "Sana kaç defa yanımdan ayrılma dedim! Neden beni dinlemiyorsun. Sen iyi bir cezayı hak ettin..."
Bu durumda kaç anne acaba doğal olan birinci ihtimali, yani kızı kaybolduğunda hissettiği duyguları dile getirir ve bulduğunda sevincini ifade eder.
Öfke normal bir duygudur, ancak... .
SEBEPSİZ YERE, birden bire öfkelenmeyiz. Bazı sebeplerle korku, panik, endişe, hayal kırıklığı, üzüntü, acı ve utanma gibi ortaya çıkan duyguları yaşamak istemediğimiz veya doğrudan dile getiremediğimiz zaman öfkelenerek bu duygularımızı maskeleriz. Topluluk içinde, büyüklerin yanında, patronumuza ve müdürümüze karşı öfkemizi belli etmeyiz.
Çocuklarımıza, öğrencilerimize, emrimiz altındaki kişilere, arkadaşlarımıza, eşimize, yakınlarımıza daha kolay öfkeleniriz. Öfke sırasında arzu etmediğimiz kırıcı sözler söyler, olumsuz davranışlarda bulunuruz. Bu "kontrolsüz öfke"dir.
Kontrolsüz öfkede, anne baba, "sen..."diye başlayan cümleler kullanır; çocuğun kişiliğini hedef alan suçlayıcı ve aşağılayıcı sözler kullanır. Öfke nöbetinden sonra çoğu anne baba söyledikleri ve yaptıkları için pişmanlık duyar. Öfkenin çocuğa öğrettiği olumlu bir şey yoktur. Öfkeli anne babaların çocuklarında Öz güven, öz disiplin ve benlik saygısı gelişmez.
Öfke normal ve doğal bir duygudur. Her insan, şu veya bu sebeple, kendisini üzgün, huzursuz, kızgın hissettiğinde öfkelenir. Ancak bazı insanlar öfkelerinin sebebini bilir, öfkeyi tetikleyen duygularını bastırmaz, mantıklı, kırıcı ve yıkıcı olmayan bir şekilde dile getirir. Buna "kontrollü öfke" diyoruz.
Yukarıdaki ikinci senaryoda dört yaşındaki kızını kaybeden annenin üzüntü, korku ve panik içinde onu araması ve bulamadığı için öfkelenmesi normaldir. Kızını bulduktan sonra yaşadığı üzüntüyü ve korkuyu dile getirmesi, bulunduğu için de sevindiğini söylemesi "kontrollü öfke" için güzel bir örnektir.
Bizi öfkelendiren çocukların hatalı davranışları değil, davranış hakkındaki kanaatimizdir. Kanaatimize göre çocuk sözümüzü dinlemeli, bize itaat etmeli, hata yapmamalı. Aynı hatayı tekrarlamamalı. Hata tekrarlandıkça alışkanlık haline gelir, sonradan düzeltmesi zorlaşır.
Böyle düşündüğümüz için hata yapmasını kabullenenleyiz. Hatalı bir davranışta bulunduğunda veya ağzından kötü bir söz çıktığında özür dilemesini bekleriz.
Aynı davranışı bir daha yapmaması için söz vermesini isteriz.
Aynı davranışı tekrarladığı zaman öfkeleniriz:
"Hani söz vermiştin, bir daha izinsiz sokağa çıkmayacaktın! Hani çişini haber verecektin!
Hani yalan söylemeyecektin!" diye çocuğu sıkıştırırız. Öfkemizi yenemez, ders olsun diye, ceza bile veririz.
Bir anne, çocuklarının kendisini kızdırmaktan zevk aldıklarını, ceza alma ve dayak yeme pahasına yaramazlık yapmaya devam ettiklerini söylemişti.
Çocukların annelerini kızdırmaktan zevk aldıklarını sanmıyoruz. Çocuklar anne babalarını öfkeli görmekten asla hoşlanmazlar. Peki, buna rağmen neden hatalı davranmaya devam ederler?
Çünkü çocuk hata yapmadan öğrenemez.
Çocuk bizi kızdırma ve ceza alma pahasına neden yaramazlık yapar?
BAZEN İŞLERİMİZİN yoğunluğu sebebiyle çocuklarımıza yeterli zaman ayıramayız. Bazı bölgelerde, geleneklere göre, büyüklerin yanında çocuk sevmek ayıp sayıldığı için geniş ailelerde anne babalar çocukları kucaklarına alıp. sevgilerini gösteremezler. Çocuk için en önemli manevi ihtiyaç sevgidir. Çocuk sevildiğinden, istendiğinden ve değer verildiğinden emin olmak ister. Şu veya bu sebeple ihmal edilen çocuk anne babasının dikkatini üzerine çekmek ve kendisiyle meşgul etmek için yaramazlık yapar, kuralları çiğner. Bunu yaparken niyeti anne babayı kızdırmak değildir. Niyeti anne babanın sevgisini test etmektir.
Aslında sizi kızdıracak davranışlarda bulunmadan önce, soru sormak, hikaye anlatmak, yardım istemek, söze karışmak gibi dikkatinizi çekecek daha masum yollar denemiş; bunlardan netice alamayınca, çoğu zaman bilinçsizce olumsuz davranışlara yönelmiştir.
Çocuklar, deneyerek, anne babalarına istediklerini yaptırmanın yollarını öğrenmede çok maharetlidir. Özellikle çarşıda pazarda, misafirlikte, yabancıların yanında, bazı kuralları zorladıklarında anne babalarına söz geçirdiklerini fark ederler.
Disiplin konusunda tutarsız ailelerde bu durum daha sık görülür, isteği yerine getirilmeyen çocuk yalvararak, ağlayıp sızlanarak, bağırıp çağırarak, tepinerek, yere oturarak tiyatro yapar.
Anne baba, görenler ne der, insanlara ayıp olmasın diye, kötü anne baba imajı vermemek için çocuğun isteğini yerine getirir.
Kurallı ailelerde bile çocuklar, kuralın hala geçerli olup olmadığını, kuralı delip delemeyeceğini denemek için olumsuz davranışlarda bulunabilir.
Anne babanın tutarlı davranması, oyuna gelmemesi; sinirlenmeden, sevecen ve kararlı bir şekilde kuralı devam ettirmesi sonunda çocuk denemekten vazgeçer.
Anne babalar öfke ortamını kendileri hazırlar
HATA YAPMADAN, anne babayı üzmeden yetişen çocuk yoktur. Her çocuk, az veya çok, anne babanın tutumuna bağlı olarak hata yapacaktır. Öte yandan mükemmel insan olmadığı gibi, mükemmel anne baba da yoktur. Her insan gibi anne babalar da çocuk eğitirken hata yapabilir.
Eğer çocuğunuz isteği yerine gelmeyince yalvarıyorsa, ağlıyorsa; bu da işe yaramayınca sinirlenip tepiniyorsa, çocuk daha Önce deneyerek bu şekilde isteğine kavuştuğu içindir ki; aynı yola başvurmaktadır.
Eğer çocuğunuz birkaç defa normal ses tonuyla tekrarladığınız halde sözünüzü dinlemiyor, ancak öfkelenip bağırdığınızda istediğinizi yapıyorsa; normal bir ses tonuyla söylediklerinizi ciddiye almamayı, ancak öfkelenip bağırdığınızda ciddiye almayı daha önce yaptığı denemelerden öğrenmiştir. Eğer böyle bir çocuğunuz veya çocuklarınız varsa, disiplin anlayışınızı gözden geçirmeniz ve tutum değiştirmeniz gerekmektedir.
Anne babalar genellikle öfkelenme ortamını kendi tutumlarıyla hazırlar. Bir şeyi gerçekten kastetmeden önce birkaç kere boş sözler sarf edip kendilerini sinirlendirirler. Gerçekten ne istediklerini çocuklarına sinirlenerek iletir, çocukları buna alıştırırlar. Ondan sonra da: "Bu çocuklar ben sinirlenip bağırmadan sözümü dinlemiyorlar" diye yakınırlar.
Bir baba akşam yemeğinden sonra, oturma odasında, koltuğuna oturmuş gazetesini okuyordu, iki çocuğu bir oyuncak için yüksek sesle tartışmaya başladılar.
Baba:
"Çocuklar görüyorsunuz ki, gazetemi okuyorum!" dedi. Küçük çocuk elinde oyuncak önde koşturuyor, büyüğü bağırarak onu kovalıyordu.
Baba:
"Çocuklar lütfen kavgayı keser misiniz!" Çocuklar sanki babalarını duymamış gibi koşuşturmaya devam ettiler.
Baba üçüncü kez:
"Çocuklar, artık kızmaya başlıyorum!" diye seslendi. Çocuklar gürültüye devam ettiler.
Baba öfkeyle ayağa kalktı. Elindeki gazeteyi fırlattı:
"Yeter artık!" diye bağırdı. "Koşuşturmayı bırakıp derhal odanıza gidin!" Çocuklar, sanki babalarının sesini ilk defa duyuyormuş gibi, durdular. Sessizce oturma odasını terk ettiler.
Baba, yerden gazetesini alırken:
"Of be, bu çocuklar neden sadece bağırdığım zaman sözümü dinlerler?.." diye söylendi.
Yıkıcı öfkeyi nasıl yenebiliriz?
DAHA ÖNCE söylediğimiz gibi, öfke doğal bir duygudur. Önemli olan öfkelenmek değil, öfke duygusuyla baş edebilmektir. Her anne baba çocuklarından beklediği olumlu davranışları göremediği ve söz dinletemediği zaman öfkelenebilir. Öfkelenmeye başladığımızı hissettiğimizde derin bir nefes alıp kendimize şu soruyu sormalıyız: "Beni sinirlendiren bu beklentim gerçekçi midir? Öfkeme yenik düşmemek için ne yapabilirim?" Bu yönteme "dur ve düşün" diyoruz.
Senaryo 1:
Ayşe, dört yaşında, evin tek çocuğu, anaokuluna gidiyor. Annesi Nurdan Hanım, çalışan bir kadın. Baba akşamları işten daha geç çıktığı için Ayşe'yi okuldan alma işi anneye kalıyordu.
Yine bir akşam iş dönüşü, Nurdan Hanım, kızını okuldan alıp eve gelirken manava uğradı, alışveriş yaptı. Eve gelince doğruca mutfağa girdi. Yemek pişirmek için hazırlık yapmaya başladı.
Ayşe, bebeğiyle oynamaktan canı sıkıldı. Annesinin yanma geldi, ona okulda yeni öğrendikleri bir şarkıyı söylemek istedi. Nurdan Hanım, "Söyle bakalım, seni dinliyorum" dedi. Ayşe şarkı okurken anne ocaktaki yemeğe konsantre olmuş, dinler gibi yapıyordu. Ayşe şarkıdan sonra okulda geçen ilginç bir olayı anlatmaya başladı. Anne yine dinler gibi yaptı.
Ayşe anlattığı olay hakkında bir soru sordu. Nurdan Hanım, kızının anlattığı olayı gerçekte dinlemediği için cevap veremedi. "Yemek yetiştirmeye çalıştığım için dikkatimi sana veremiyorum. Lütfen odana gidip oyuncaklarınla oynar mısın" dedi. Ayşe:
"Gitmiyorum işte, burada duracağım!" diye bağırdı. "Beni dinlemiyorsun, beni sevmiyorsun, sen kötü bir annesin!"
işten yorgun gelen ve yemek yetiştirmeye çalışan Nurdan Hanım, kızının bu çıkışına sinirlenmek üzere olduğunu hissetti. Derin bir nefes aldı. içinden ona kadar saydı. Sakin bir ses tonuyla:
"Sen bilirsin, istersen kalabilirsin" dedi. "Yemek pişirmeye çalışırken seni tam olarak dinleyemedim, üzgünüm. Seni sevmediğim doğru değil, sen benim biricik kızımsın ve seni çok seviyorum."
Ayşe, annesine cevap vermedi. Küskün bir yüz ifadesiyle odasına gitti. Anne, yıkıcı öfkeye karşı ilk raundu kazanmıştı. Çalışan annelerin çocuklarına karşı annelik görevini tam olarak yerine getiremedikleri düşüncesiyle suçluluk duydukları, bu yüzden çocuklarının kaprislerine, inatçılıklarına katladıkları, onları memnun etmek için aşırı sabır ve gayret gösterdikleri sık rastlanan bir durumdadır. Çocuklar da annelerinin bu ruh halini hissetmekte, anneye karşı kullanmaktadırlar.
Bir annenin çocuğuna ayırdığı zamanın süresi değil, kalitesi önemlidir. Çalışan bir anne, akşam yemeğinden sonra çocuğuna yarım saat ayırsa, ikisi de bu beraberlikten zevk alsa; yarım saatlik bu beraberlik, tartışma ve sürtüşme ile geçen iki saatlik beraberlikten daha değerlidir. Çalışan anneler için suçluluk duygusu bir tuzaktır. Çocuğuna karşı görevlerini yerine getiren çalışan bir anne, suçluluk tuzağına düşmemeli, her anne gibi çocuğunu eğitme ve disipline etme hakkına sahip olduğunu unutmamalıdır.
Senaryo 2:
Serpil Hanım, bir inşaat firmasında mimar olarak çalışıyordu. Eşi bu sabah erken çıktığı için, üç çocuğunu okula bırakma işi ona kalmıştı. Kahvaltıdan sonra çocuklara giyinmelerini, on beş dakika içinde hareket etmeleri gerektiğini söylüyor, kendisi de çantasını hazırlıyordu.
Evden çıktıklarında on beş dakika dolmak üzereydi. Zamanlama iyi' sayılırdı. Anne, arabasına doğru giderken:
"Kerem sen öne, Nazlı ve Filiz sizler de arkaya!" dedi. Filiz itiraz etti:
"Neden Kerem öne biniyormuş; ben öne binmek istiyorum!" Çocuklar arasında "sen arkaya, ben öne" derken bir ağız kavgasıdır başladı. Rliz'in inatçılığı üzerindeydi. Asık bir suratla: "O zaman ben de arabaya binmiyorum!" dedi.
Serpil Hanım, çocukların bu haline sinirlenmeye başladığını hissetti. Derin bir nefes aldı.
Sakin bir ses tonuyla: "Ona kadar sayıyorum. Arabaya binen biner, binmeyen dolmuşla veya yürüyerek okuluna gider!" dedi. Kerem vakit geçirmeden öne bindi, Nazlı da arkaya. Serpil Hanım ona kadar sayıp arabaya bindi ve hareket etti. Filiz elinde çantası, arabanın arkasından bakakaldı. Cebinde dolmuş parası olmadığı için okula yürüyerek gitmek zorunda kaldı. Tabi, derse vaktinde yetişemedi. Öğretmeninden bir daha geç kalmaması konusunda uyarı aldı.
Böylece annesiyle inatlaşmanın iyi bir şey olmadığını öğrenmiş oldu.
Öfkelenmemiz gerçekte çocuklardan mı yoksa bizden mi kaynaklanıyor? Öfkelenmeden, bağırıp çağırmadan çocuklarımıza sözümüzü dinletemez miyiz?
Yüksek tahsil yapmış, kariyer sahibi anne babalar bile çocuklarına söz dinletemedikleri zaman öfkelerine hakim olamadıklarını itiraf ediyorlar. Öfkemize hâkim olabilmek için neden öfkelendiğimizi, bir başka ifade ile, öfkenin kaynağını bulmamız gerekir.
insanlar bir sanat öğrenebilmek için genç yaşta bir ustadan yıllarca ders almaları gerekiyor. İyi bir meslek sahibi olabilmek için iyi bir üniversite bitirmek, yüksek lisans ve ihtisas yapmak, yani yıllarca tahsil yapmak gerekiyor. En basitinden, araba sürebilmek ve ehliyet alabilmek için, bir sürücü kursuna devam etmek, usta bir şoförden günlerce ders almak, yazılı ve uygulamalı sınavlardan geçerli not almak gerekiyor.
Annelik babalık eğitimi almadan anne baba oluyoruz
ANNELİK BABALIK, günün tamamını alan, yıllarca süren zorlu bir meslektir. Böyle olmasına rağmen çoğumuz çocuk sahibi olmadan önce bir ana baba okuluna devam etmiş, çocuk eğitimi konusunda ders almış, anne baba olmaya hak kazanmış değiliz. Araba sürebilmek için bile günlerce eğitim aldığımız halde, hiçbir eğitim almadan çocuk sahibi oluyoruz. Anne babalarımızdan ve akrabalarımızdan gördüğümüz gibi çocuk yetiştireceğimizi zannediyoruz. Böyle olmadığını fark ettiğimizde, çocuklarımız belli bir yaşa gelmiş oluyor; geri dönüş yapamıyoruz.
Anne baba okulunda ders verirken bir anne söz aldı. "Geri dönüş yapamadığımıza göre her şey bitti mi? O zaman burada bulunmamın ne anlamı kalır?" dedi. "Geri dönüş yapamayız" derken şunu kast ediyorum: Çocuklarımız belli bir yaşa geldikten sonra onları küçük yaşlara geri döndürüp yeni baştan eğitemiyoruz. Ancak bu her şeyin bittiği anlamına gelmez.
Aldığımız yeni eğitim ve okuduğumuz yeni kitaplar sayesinde yaptığımız yanlışlıkların farkına vardığımız zaman, tutum değiştirerek yeni hatalar yapmaktan kurtulur, yaptığımız eski hataları tamir edebiliriz.
Konumuza geri dönecek olursak. Öfkemizi kontrol edebilmek için öfkenin sebebini bilmemiz gerekir. Çocuklar bizim küçüğümüz değildir. Yani onlar olaylar karşısında bizim gibi düşünmezler. Üç-dört yaşındaki bir çocuk yaptığı bir davranışın sebep ve sonuçlarını düşünecek zihin olgunluğuna sahip değildir. Onu yemek yemeye, uyumaya, çişini yapmaya, uslu durmaya mecbur edemezsiniz. O bunları canı isterse yapar.
Neden öfkeleniriz?
YAPMA dediğimiz şeyi inadına yaptığı zaman, sözümüzü dinlemediğini, itaatsizlik ve saygısızlık yaptığını zanneder; öfkeleniriz. Öfkelendiğimiz zaman da zor kullanır, istediğimizi yaptırarak otoritenin kimde olduğunu öğretmeye çalışırız. Aslında çocuğu tanımadığımız için davranışlarını doğru yorumlayamaz, öfkeleniriz. Çocuk sözümüzü dinlemediğinde, yapmasını istemediğimiz bir davranışı gözümüzün içine bakarak yaptığında niyeti bizi kızdırmak ve çileden çıkarmak değildir. Bizi kızdıran çocuk davranışlarının belli ilkeleri vardır:
Çocuk bir davranışta bulunurken haz ilkesine göre hareket eder. Kendisine haz veren, hoşlandığı davranışları tercih eder.
Çocuk için "deneme-yanılma", oyundan sonra, en etkili Öğrenme aracıdır. Emekleyerek sıcak sobaya veya sıcak ütüye doğru giden bir çocuğa on kere "cıs!" demeniz bir anlam ifade etmez.
Ancak sobaya veya ütüye elini değdirip canı yandığında "cıs"ın ne olduğunu anlar.
Deneyerek bu davranışının doğru olmadığını öğrenmiş olur. Canı yanan ve ağlayan çocuğa kızıp bağırdığınızda, niçin kızdığınızı anlayamaz. Çünkü canı yanan ve ağlayan odur.
insanlar nedense anne baba olunca doğal davranmayı bırakıp değişiyorlar. Değişmeyi anne baba olmanın gereği zannediyorlar.
Senaryo 1:
Ergenlik çağındaki kızınızın üniversite sınavlarına hazırlandığını varsayalım. Akşam saat dokuzda dershaneden çıkıyor. En geç dokuz buçukta evde olması gerekir. Saat dokuz buçuk olduğu halde kızınızdan bir haber yok. Telaşlanmaya başlıyorsunuz. Cep telefonunu evde unuttuğu için arayamıyorsunuz. Saat on oluyor , endişeniz korkuya dönüşüyor; "Ya başına kötü bir şey geldiyse?.."
Saat onu beş geçe kızınız anahtarıyla kapıyı açıp eve giriyor. "Merhaba, geç kaldığım için özür dilerim" diyor. Tepkiniz ne olurdu? Ona sevgi ile sarılır: "Geç kaldığın için çok endişelendim. Başına bir şey gelmediği ve iyi olduğun için çok sevindim" mi derdiniz. Yoksa, kızgın bir ses tonuyla: "Saatin kaç olduğundan haberin var mı küçük hanım! Gecenin bu saatinde, kız başına, nerelerdeydin?!" diye genç kızı soru yağmuruna mı tutardınız?
Sanırım, çoğumuz sinirlerimize hâkim olamaz ikinci yolu seçeriz.
Senaryo 2:
Dört yaşındaki küçük kızınızla alışveriş yapmak için markete gittiğinizi varsayalım. Elbise bölümünde yeni gelen elbiselere bakıyorsunuz. Bir elbise hoşunuza gidiyor. Kızınızın elini bırakıyorsunuz. Elbiseyi denemek için deneme kabinine giriyorsunuz.
Çıktığınızda çocuğunuzu kabinin önünde göremiyorsunuz. Etrafa bakıyorsunuz, telaşla sağa sola koşuşturuyorsunuz; marketin içinde bakmadığınız yer, sormadığınız kimse kalmıyor, ama onu bulamıyorsunuz. Bu durumda neler hissedersiniz? Korku ve panik. "Dışarı mı çıktı?
Yolunu şaşırıp kayıp mı oldu? Kaçırıldı mı? Trafik kazası mı geçirdi?.."
Siz böyle korku ve panik içinde, belki de ağlıyorken, marketin dış kapısından bir bayan çocuğunuzun elinden tutmuş girerken görüyorsunuz. Ne hissedersiniz? Sevinç ve şükür; değil mi? Kızınıza doğru koşar, bulup getiren bayana teşekkür edersiniz. Sonra? Sonrası için iki ihtimal var. Ya doğal davranıp kızınıza sarılır, onu öper, "kayboldun diye çok korktum, habersiz yanımdan ayrıldığın için çok üzüldüm, kayboldun diye çok korktum, seni görünce çok sevindim, lütfen bir daha izin almadan yanımdan ayrılma" dersiniz. Ya da çocuğunuzu getiren bayan gider gitmez kızgın bir ses tonuyla çocuğunuza bağırmaya başlarsınız. Belki bir yandan kulağını çekerken bir yandan da hem tembihler hem tehdit edersiniz: "Sana kaç defa yanımdan ayrılma dedim! Neden beni dinlemiyorsun. Sen iyi bir cezayı hak ettin..."
Bu durumda kaç anne acaba doğal olan birinci ihtimali, yani kızı kaybolduğunda hissettiği duyguları dile getirir ve bulduğunda sevincini ifade eder.
Öfke normal bir duygudur, ancak... .
SEBEPSİZ YERE, birden bire öfkelenmeyiz. Bazı sebeplerle korku, panik, endişe, hayal kırıklığı, üzüntü, acı ve utanma gibi ortaya çıkan duyguları yaşamak istemediğimiz veya doğrudan dile getiremediğimiz zaman öfkelenerek bu duygularımızı maskeleriz. Topluluk içinde, büyüklerin yanında, patronumuza ve müdürümüze karşı öfkemizi belli etmeyiz.
Çocuklarımıza, öğrencilerimize, emrimiz altındaki kişilere, arkadaşlarımıza, eşimize, yakınlarımıza daha kolay öfkeleniriz. Öfke sırasında arzu etmediğimiz kırıcı sözler söyler, olumsuz davranışlarda bulunuruz. Bu "kontrolsüz öfke"dir.
Kontrolsüz öfkede, anne baba, "sen..."diye başlayan cümleler kullanır; çocuğun kişiliğini hedef alan suçlayıcı ve aşağılayıcı sözler kullanır. Öfke nöbetinden sonra çoğu anne baba söyledikleri ve yaptıkları için pişmanlık duyar. Öfkenin çocuğa öğrettiği olumlu bir şey yoktur. Öfkeli anne babaların çocuklarında Öz güven, öz disiplin ve benlik saygısı gelişmez.
Öfke normal ve doğal bir duygudur. Her insan, şu veya bu sebeple, kendisini üzgün, huzursuz, kızgın hissettiğinde öfkelenir. Ancak bazı insanlar öfkelerinin sebebini bilir, öfkeyi tetikleyen duygularını bastırmaz, mantıklı, kırıcı ve yıkıcı olmayan bir şekilde dile getirir. Buna "kontrollü öfke" diyoruz.
Yukarıdaki ikinci senaryoda dört yaşındaki kızını kaybeden annenin üzüntü, korku ve panik içinde onu araması ve bulamadığı için öfkelenmesi normaldir. Kızını bulduktan sonra yaşadığı üzüntüyü ve korkuyu dile getirmesi, bulunduğu için de sevindiğini söylemesi "kontrollü öfke" için güzel bir örnektir.
Bizi öfkelendiren çocukların hatalı davranışları değil, davranış hakkındaki kanaatimizdir. Kanaatimize göre çocuk sözümüzü dinlemeli, bize itaat etmeli, hata yapmamalı. Aynı hatayı tekrarlamamalı. Hata tekrarlandıkça alışkanlık haline gelir, sonradan düzeltmesi zorlaşır.
Böyle düşündüğümüz için hata yapmasını kabullenenleyiz. Hatalı bir davranışta bulunduğunda veya ağzından kötü bir söz çıktığında özür dilemesini bekleriz.
Aynı davranışı bir daha yapmaması için söz vermesini isteriz.
Aynı davranışı tekrarladığı zaman öfkeleniriz:
"Hani söz vermiştin, bir daha izinsiz sokağa çıkmayacaktın! Hani çişini haber verecektin!
Hani yalan söylemeyecektin!" diye çocuğu sıkıştırırız. Öfkemizi yenemez, ders olsun diye, ceza bile veririz.
Bir anne, çocuklarının kendisini kızdırmaktan zevk aldıklarını, ceza alma ve dayak yeme pahasına yaramazlık yapmaya devam ettiklerini söylemişti.
Çocukların annelerini kızdırmaktan zevk aldıklarını sanmıyoruz. Çocuklar anne babalarını öfkeli görmekten asla hoşlanmazlar. Peki, buna rağmen neden hatalı davranmaya devam ederler?
Çünkü çocuk hata yapmadan öğrenemez.
Çocuk bizi kızdırma ve ceza alma pahasına neden yaramazlık yapar?
BAZEN İŞLERİMİZİN yoğunluğu sebebiyle çocuklarımıza yeterli zaman ayıramayız. Bazı bölgelerde, geleneklere göre, büyüklerin yanında çocuk sevmek ayıp sayıldığı için geniş ailelerde anne babalar çocukları kucaklarına alıp. sevgilerini gösteremezler. Çocuk için en önemli manevi ihtiyaç sevgidir. Çocuk sevildiğinden, istendiğinden ve değer verildiğinden emin olmak ister. Şu veya bu sebeple ihmal edilen çocuk anne babasının dikkatini üzerine çekmek ve kendisiyle meşgul etmek için yaramazlık yapar, kuralları çiğner. Bunu yaparken niyeti anne babayı kızdırmak değildir. Niyeti anne babanın sevgisini test etmektir.
Aslında sizi kızdıracak davranışlarda bulunmadan önce, soru sormak, hikaye anlatmak, yardım istemek, söze karışmak gibi dikkatinizi çekecek daha masum yollar denemiş; bunlardan netice alamayınca, çoğu zaman bilinçsizce olumsuz davranışlara yönelmiştir.
Çocuklar, deneyerek, anne babalarına istediklerini yaptırmanın yollarını öğrenmede çok maharetlidir. Özellikle çarşıda pazarda, misafirlikte, yabancıların yanında, bazı kuralları zorladıklarında anne babalarına söz geçirdiklerini fark ederler.
Disiplin konusunda tutarsız ailelerde bu durum daha sık görülür, isteği yerine getirilmeyen çocuk yalvararak, ağlayıp sızlanarak, bağırıp çağırarak, tepinerek, yere oturarak tiyatro yapar.
Anne baba, görenler ne der, insanlara ayıp olmasın diye, kötü anne baba imajı vermemek için çocuğun isteğini yerine getirir.
Kurallı ailelerde bile çocuklar, kuralın hala geçerli olup olmadığını, kuralı delip delemeyeceğini denemek için olumsuz davranışlarda bulunabilir.
Anne babanın tutarlı davranması, oyuna gelmemesi; sinirlenmeden, sevecen ve kararlı bir şekilde kuralı devam ettirmesi sonunda çocuk denemekten vazgeçer.
Anne babalar öfke ortamını kendileri hazırlar
HATA YAPMADAN, anne babayı üzmeden yetişen çocuk yoktur. Her çocuk, az veya çok, anne babanın tutumuna bağlı olarak hata yapacaktır. Öte yandan mükemmel insan olmadığı gibi, mükemmel anne baba da yoktur. Her insan gibi anne babalar da çocuk eğitirken hata yapabilir.
Eğer çocuğunuz isteği yerine gelmeyince yalvarıyorsa, ağlıyorsa; bu da işe yaramayınca sinirlenip tepiniyorsa, çocuk daha Önce deneyerek bu şekilde isteğine kavuştuğu içindir ki; aynı yola başvurmaktadır.
Eğer çocuğunuz birkaç defa normal ses tonuyla tekrarladığınız halde sözünüzü dinlemiyor, ancak öfkelenip bağırdığınızda istediğinizi yapıyorsa; normal bir ses tonuyla söylediklerinizi ciddiye almamayı, ancak öfkelenip bağırdığınızda ciddiye almayı daha önce yaptığı denemelerden öğrenmiştir. Eğer böyle bir çocuğunuz veya çocuklarınız varsa, disiplin anlayışınızı gözden geçirmeniz ve tutum değiştirmeniz gerekmektedir.
Anne babalar genellikle öfkelenme ortamını kendi tutumlarıyla hazırlar. Bir şeyi gerçekten kastetmeden önce birkaç kere boş sözler sarf edip kendilerini sinirlendirirler. Gerçekten ne istediklerini çocuklarına sinirlenerek iletir, çocukları buna alıştırırlar. Ondan sonra da: "Bu çocuklar ben sinirlenip bağırmadan sözümü dinlemiyorlar" diye yakınırlar.
Bir baba akşam yemeğinden sonra, oturma odasında, koltuğuna oturmuş gazetesini okuyordu, iki çocuğu bir oyuncak için yüksek sesle tartışmaya başladılar.
Baba:
"Çocuklar görüyorsunuz ki, gazetemi okuyorum!" dedi. Küçük çocuk elinde oyuncak önde koşturuyor, büyüğü bağırarak onu kovalıyordu.
Baba:
"Çocuklar lütfen kavgayı keser misiniz!" Çocuklar sanki babalarını duymamış gibi koşuşturmaya devam ettiler.
Baba üçüncü kez:
"Çocuklar, artık kızmaya başlıyorum!" diye seslendi. Çocuklar gürültüye devam ettiler.
Baba öfkeyle ayağa kalktı. Elindeki gazeteyi fırlattı:
"Yeter artık!" diye bağırdı. "Koşuşturmayı bırakıp derhal odanıza gidin!" Çocuklar, sanki babalarının sesini ilk defa duyuyormuş gibi, durdular. Sessizce oturma odasını terk ettiler.
Baba, yerden gazetesini alırken:
"Of be, bu çocuklar neden sadece bağırdığım zaman sözümü dinlerler?.." diye söylendi.
Yıkıcı öfkeyi nasıl yenebiliriz?
DAHA ÖNCE söylediğimiz gibi, öfke doğal bir duygudur. Önemli olan öfkelenmek değil, öfke duygusuyla baş edebilmektir. Her anne baba çocuklarından beklediği olumlu davranışları göremediği ve söz dinletemediği zaman öfkelenebilir. Öfkelenmeye başladığımızı hissettiğimizde derin bir nefes alıp kendimize şu soruyu sormalıyız: "Beni sinirlendiren bu beklentim gerçekçi midir? Öfkeme yenik düşmemek için ne yapabilirim?" Bu yönteme "dur ve düşün" diyoruz.
Senaryo 1:
Ayşe, dört yaşında, evin tek çocuğu, anaokuluna gidiyor. Annesi Nurdan Hanım, çalışan bir kadın. Baba akşamları işten daha geç çıktığı için Ayşe'yi okuldan alma işi anneye kalıyordu.
Yine bir akşam iş dönüşü, Nurdan Hanım, kızını okuldan alıp eve gelirken manava uğradı, alışveriş yaptı. Eve gelince doğruca mutfağa girdi. Yemek pişirmek için hazırlık yapmaya başladı.
Ayşe, bebeğiyle oynamaktan canı sıkıldı. Annesinin yanma geldi, ona okulda yeni öğrendikleri bir şarkıyı söylemek istedi. Nurdan Hanım, "Söyle bakalım, seni dinliyorum" dedi. Ayşe şarkı okurken anne ocaktaki yemeğe konsantre olmuş, dinler gibi yapıyordu. Ayşe şarkıdan sonra okulda geçen ilginç bir olayı anlatmaya başladı. Anne yine dinler gibi yaptı.
Ayşe anlattığı olay hakkında bir soru sordu. Nurdan Hanım, kızının anlattığı olayı gerçekte dinlemediği için cevap veremedi. "Yemek yetiştirmeye çalıştığım için dikkatimi sana veremiyorum. Lütfen odana gidip oyuncaklarınla oynar mısın" dedi. Ayşe:
"Gitmiyorum işte, burada duracağım!" diye bağırdı. "Beni dinlemiyorsun, beni sevmiyorsun, sen kötü bir annesin!"
işten yorgun gelen ve yemek yetiştirmeye çalışan Nurdan Hanım, kızının bu çıkışına sinirlenmek üzere olduğunu hissetti. Derin bir nefes aldı. içinden ona kadar saydı. Sakin bir ses tonuyla:
"Sen bilirsin, istersen kalabilirsin" dedi. "Yemek pişirmeye çalışırken seni tam olarak dinleyemedim, üzgünüm. Seni sevmediğim doğru değil, sen benim biricik kızımsın ve seni çok seviyorum."
Ayşe, annesine cevap vermedi. Küskün bir yüz ifadesiyle odasına gitti. Anne, yıkıcı öfkeye karşı ilk raundu kazanmıştı. Çalışan annelerin çocuklarına karşı annelik görevini tam olarak yerine getiremedikleri düşüncesiyle suçluluk duydukları, bu yüzden çocuklarının kaprislerine, inatçılıklarına katladıkları, onları memnun etmek için aşırı sabır ve gayret gösterdikleri sık rastlanan bir durumdadır. Çocuklar da annelerinin bu ruh halini hissetmekte, anneye karşı kullanmaktadırlar.
Bir annenin çocuğuna ayırdığı zamanın süresi değil, kalitesi önemlidir. Çalışan bir anne, akşam yemeğinden sonra çocuğuna yarım saat ayırsa, ikisi de bu beraberlikten zevk alsa; yarım saatlik bu beraberlik, tartışma ve sürtüşme ile geçen iki saatlik beraberlikten daha değerlidir. Çalışan anneler için suçluluk duygusu bir tuzaktır. Çocuğuna karşı görevlerini yerine getiren çalışan bir anne, suçluluk tuzağına düşmemeli, her anne gibi çocuğunu eğitme ve disipline etme hakkına sahip olduğunu unutmamalıdır.
Senaryo 2:
Serpil Hanım, bir inşaat firmasında mimar olarak çalışıyordu. Eşi bu sabah erken çıktığı için, üç çocuğunu okula bırakma işi ona kalmıştı. Kahvaltıdan sonra çocuklara giyinmelerini, on beş dakika içinde hareket etmeleri gerektiğini söylüyor, kendisi de çantasını hazırlıyordu.
Evden çıktıklarında on beş dakika dolmak üzereydi. Zamanlama iyi' sayılırdı. Anne, arabasına doğru giderken:
"Kerem sen öne, Nazlı ve Filiz sizler de arkaya!" dedi. Filiz itiraz etti:
"Neden Kerem öne biniyormuş; ben öne binmek istiyorum!" Çocuklar arasında "sen arkaya, ben öne" derken bir ağız kavgasıdır başladı. Rliz'in inatçılığı üzerindeydi. Asık bir suratla: "O zaman ben de arabaya binmiyorum!" dedi.
Serpil Hanım, çocukların bu haline sinirlenmeye başladığını hissetti. Derin bir nefes aldı.
Sakin bir ses tonuyla: "Ona kadar sayıyorum. Arabaya binen biner, binmeyen dolmuşla veya yürüyerek okuluna gider!" dedi. Kerem vakit geçirmeden öne bindi, Nazlı da arkaya. Serpil Hanım ona kadar sayıp arabaya bindi ve hareket etti. Filiz elinde çantası, arabanın arkasından bakakaldı. Cebinde dolmuş parası olmadığı için okula yürüyerek gitmek zorunda kaldı. Tabi, derse vaktinde yetişemedi. Öğretmeninden bir daha geç kalmaması konusunda uyarı aldı.
Böylece annesiyle inatlaşmanın iyi bir şey olmadığını öğrenmiş oldu.
Kaynak